Vakanüvis, İstanbul’da bir dönem sahillerde görülen ‘yüzen evleri’ mercek altına aldı.
İstanbul’un “yüzen evler”i…
Vakanüvis
Eski zamanlardaki az nüfus ve buna bağlı olarak ağır ilerleyen şehirleşme, yerleşim ve mimaride çizgi dışı projelere de imkan veriyordu.
Geçmişte, mimari alanında bugün hayal dahi edilemeyecek kimi çalışmalar vardı. İstanbul’da bir dönem sahillerde görülen “yüzen evler” de bu cümleden “underground” projelerdi.
İstanbul’da 1910’da doğan, ilk ve orta eğitimini Galatasaray Lisesi’nde tamamlayan Ahsen Necdet Yapanar, Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Bölümü’nden de başarıyla mezun olmuştu.
Bir süre Tekel Genel Müdürlüğü İnşaat Dairesi’nde çalışan Yapanar, daha sonra serbest mimarlığı tercih etmişti. İşte, bu ilginç ev tasarımı da Ahsen Necdet Yapanar’ın serbest mimarlık dönemindeki stil ve teknik arayışında ortaya çıkmıştı.
Denizin ortasında iki oda bir salon
Aslında dünyada örnekleri görülen ancak sadece bulunduğu ülkede dar bir çevrede bilinen deniz yüzeyindeki evler, teknelerin üzerine monte edilmekteydi. Ahsen Necdet Yapanar’ın tasarımları da takriben 25-30 metrekarelik bir zemin üzerine oturtulmaktaydı. Yüzen ev; yatak ve oturma odası ile küçük bir antre, mutfak, tuvalet ve üstte terastan ibaretti.
Üç veya beş kişilik bir aileyi barındırabilecek genişlikte tasarlanmış olan evler, önündeki teraslarında dinlenip, denize girebilecek şekilde bir konseptle inşa edilmişlerdi. Büyük odanın içerisine iki yatak, bir dolap ve küçük bir masa sığdırılabiliyordu. Eski İstanbul sahillerinde, yaz aylarında denizden istifade edilmek üzere inşa edilmişlerdi. O dönem Yapanar’ın ticarî olarak tasarlayıp, imal ettiği yüzen evler Kadıköy ve civarında hızla yayılmaya başlamıştı. Ancak denizdeki evler bir süre sonra rağbetten düşmüştü.
70’lerde yeniden moda oldu
Modası geçti diye bakılan yüzen evler, 1970’lerin başlarında girişimci bir mimar tarafından yeniden üretilmeye başlanmıştı.
Mimar Melih Koray, Ahsen Necdet Yapanar’ın modelini daha da geliştirmişti. Yapanar’ın evin tamamını kaplayan alt zemini, Koray’ın tasarımında iki ayrı teknenin birbirine bağlanmasıyla oluşan ve “katamaran” olarak tabir edilen deniz aracının üzerine oturtulmuştu.
İki tekne üzerinde tasarlanan yeni evler, mimarî açıdan daha modern görünüyordu. Bu nedenle kulübe tarzı yüzen evlere göre daha tercih edilir olmuşlardı.
Kimisi yazlık, kimisi sürekli hayat alanı için kullanılmış olan yüzen evler İstanbul’un koylarında uzun süre varlıklarını sürdürmüşlerdi. Hatta bazı bankalar müşterilerine çekilişle yüzen ev hediye ediyorlardı.
Ancak kirlilikten ötürü plajların kapatılması, kıyıya bağlama ve bakım sorunları, gelişen teknolojiyle birlikte yat ve kotraların daha gözde hale gelmesi gibi sebeplerden dolayı zaman içerisinde kaybolup gittiler.
İlk çıktığında 800 liraya mal oldu
Eski yıllardaki bir gazetede, yüzen evler şu satırlarla tanıtılmıştı: “Takriben 25 metre murabbaı bir tekne üzerine, bir yatak ve oturma odası, mutfak, helâ ve önünde küçük terasdan ibaret olarak yapılan bu yüzen ev, İstanbul sahillerinde banyo mevsiminde kullanılmak ve istifade edilmek üzere inşa edilmiştir.
Üç ve hattâ beş kişilik bir grubu barındırabilecek bir genişlikte olan evin çatısı düz olduğundan burada güneşlenmek kabil olduğu gibi denize atlamak için bir trampleni de havidir. Üstüne şakulî bir demir merdivenle çıkılmaktadır.
Odasının tarafeyninde iki yatağı ve önünde bir elbise dolabı ile bir küçük kitap rafını havidir. Yaz mevsimini muhtelif sahillerde geçirmek isteyen küçük kadrolu aileler için şayanı tavsiye olan bu yüzen ev 800 liraya mal olmuştur.”
– İnş. Müh. Muharrem Akpınar, “Yüzen Evler”, Şantiye Dergisi, Aralık 2022
– Kudret Altınkeser, “İstanbul’un Unutulan Yüzen Evleri”, Yelkencinin Gazetesi